Geçmiş Olsun mu Türkiye!.
Üst üste yaşanan iki deprem felaketinin ardından yerle yeksan olan tam 11 il ve yüzlerce ilçe, 40 bini geçen yitirilmiş can ile yüzlerce yaralı, yarım kalan binlerce hayat, enkazların altında kalan onlarca yıllık umutlar, gözyaşlarıyla şehirlerini terk etmek zorunda kalan yüreği hüzünlerle dolu acılı insanlar…
Felaketin coğrafi boyutunu düşündüğünüzde en Doğusundan en Batısına kadar dünyadaki onlarca ülkenin yüzölçümünü fazlasıyla geride bırakacak kadar ürperticiydi ancak vicdani ve insani boyutunu düşündüğünüzde ise yine en Doğusundan en Batısına kadar dünyadaki onlarca ülke insanının gıpta ile izlediği bir yardım seferberliği gözleri yaşartacak kadar gurur ve onur vericiydi…
Felaketin yaşandığı ilk saatlerde hatta günlerde devletin en üst kademesinden en alt kademesine kadar depremzedelere müdahale etmesi, müdahil olması, yaraları sarması, Cumhurbaşkanının da ifade ettiği gibi arzu edilen hız da ve gerektiği gibi süratli olması bazı haklı tepkileri beraberinde getirmiş olsa da, 3-4 günlük sürenin ardından tamamlanan koordinasyon eksikliklerinin giderilmesi bir nebze de olsa yaraların sarılmasında etkili oldu ancak durumun vehameti göz önünde bulundurulduğunda bu tür büyük felaketlerde yaşanan veya yaşanabilecek aksaklıkların hata yapma lüksünün olmadığı gerçeğini umarım devlet büyüklerine en iyi biçimde özetlemiştir!.
Başımıza gelen bu büyük felaketi provokatif bir eyleme ve siyasi bir şova dönüştürmek elbette helal süt emmiş bir vatan evladının yapabileceği bir alçaklık olamaz fakat gelen haklı eleştirileri de kulak ardı etmek devleti yönetenler ile o yöneticilere yalakalık yapmayı şiar edinmişlere eleştiri yapanlara karşı hakaret etme hakkını vermez!.
Dünyada eşine çok nadir rastlanır bir felaket olduğu gerçeğini düşünerek eksiklikleri ona göre eleştirmek gerekir elbette ama bir deprem ülkesi olduğumuzu da aklımızdan günün hiç bir saati çıkarmadan ona göre her an hazırlıklı olmak, koordinasyonu en kısa sürede sağlayabilme planlarını önceden hazırda tutmak, olası bir deprem, yangın, sel, tsunami gibi doğal afetler karşısında ilk üç saat içerisinde ilgili il valilikleri ve ilçe kaymakamlıkları teyakkuzda bulunmalı, il ve ilçelerdeki askeri birliklerin bir kısmı bu tür olaylara karşı anında müdahale etme ehliyeti ile yetkilendirilmeli, ellerinde yaşanacak felaketin türüne göre gerekli teçhizatın hazırda bulunması gibi tedbirler alınmış olmalı her daim!.
“Şöyle olsaydı şu kadar can kurtarılırdı, böyle olsaydı bu kadar insan hayatta olabilirdi” detaylarına hiç girmeden, sadece bir canın bile çok önemli olduğunu, saydığım tedbirler önceden alınmış olsaydı belki de hayatını kaybedenlerin sayısının bu kadar fazla olmayacağını ve yaşayanların sayısının da buna paralel olarak daha çok olabileceğini düşününce üzülüyor insan haklı olarak…
Bir de bu işin ihmaller ve siyasi şovlar boyutu var tabii!.
Mevcut hükümetin eksiklikleri üzerinde tepinmek veya muhalefetin serzenişleri üzerinden tüm okları hükümete doğru fırlatmak ciddi bir adaletsizlik olur fakat önümüze bir vicdan terazisi koyup her iki tarafı da terazinin kefelerine koyduğumuz zaman iki tarafta eşit basıyor bana sorarsanız!.
Hükümetin “Müjde” diyerek seçim meydanlarında ve hizmet açılışlarında defalarca yapmış olduğu “İmar Barışı” savsatası ile sözleşmelerinde sorumluluğu üzerinden atan maddeler ekleyerek ve hiç bir denetim yapma ihtiyacı bile duymadan milletten para toplayıp kaçak yapılara göz yumması kendilerini ne kadar bu işin sorumlu taraflarından birisi yapsada, muhalefetin de kentsel dönüşüm projelerine karşı çıkıp bunu millete rant kapısı olarak anlatarak vatandaşı sağlıklı konut projelerinden vazgeçirmesi ve mahkeme kararları ile engelledikleri bu projeleri siyasi şovlarla süsleyerek milletin karşısına çıkması da bir sorumluluğun ve sorumsuzluğun en bariz örneğidir!.
Felaketin yaşandığı 6 Şubat tarihinden beri yıkılan onlarca binanın müteahhiti, mimarı, mühendisi, bilirkişisi ya yurt dışına kaçarken yakalanıp tutuklandı ya da saklandıkları deliklerde enselenip cezaevine gönderildi. Zaten olması gereken de buydu ve hesap vermesi gereken kim veya kimler varsa adaletin karşısına çıkarılmalıydı normal olarak!.
Peki peşlerine düşülüp yakalanan ve tutuklanan onlarca müteahhit yıkılan bu binaları kendi kadalarına göre hiç bir kurumdan izin almadan mı yapıp millete sattı yoksa il ve ilçelerindeki Belediye Başkanlıklarından onay aldıktan sonra mı bu binalar yapılıp binlerce kişiye mezar olan vatandaşa satıldı, asıl soru bu!.
Bu müteahhitlere yapı izni veren Belediye Başkanları, İmar Müdürleri, Yapı Denetim Personelleri, Kontrolcüler ve ilgili birimler tokat gibi yüzümüze çarpan ihmaller karşılığında maaşlarının 10 belki de yüz hatta yüzlece katı rüşveti cebe indirirken bu cinayetlere ortak değiller mi ya da azmettiricileri olmuyorlar mı!.
Yıkılan her binayı yapan müteahhit cezaevini boylarken, yıkılmasına göz yuman rüşvetçi arkadaşlar enkaz başlarında depremzedeler ile timsah gözyaşları dökerken bu soru benim gibi yarım akıllı bir vatandaşın aklına gelirken hiç bir devlet yetkilisinin aklına gelmiyor mu!.
Kimi vatandaş enkazın altında ezilip can verirken kimi vatandaşta enkazın başında kahrından ölürken bu işin sorumluları sadece binaları rüşvet verip usülsüzce yapan müteahhitler mi olacak sadece!.
Soruyu daha net sorayım; ölen vatandaş öldüğüyle, tutuklanan müteahhit tutuklandığıyla, rüşveti cebe indiren şerefsiz de milyonlarca dolarlık servetiyle mi kalacak yani!.
Bu sorunun cevabı da hiç bir zaman bulunamayacağı için ben vereyim o zaman!.
Evet, aynen öyle olacak!!!