Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın’dan dünyaya ‘Koronavirüs’ çağrısı!. “Hayatlarımızı değiştirecek kararlar almaya zorlayacak!.”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Hepimiz güvende olmadıkça hiçbirimiz güvende olmayacağız. Bugünden sonra hiçbir bölge, ulus veya ülke için kültürel hiyerarşiler, ekonomik dokunulmazlıklar ve ayrıcalıklar söz konusu değildir. Hiçbir ülke bu savaşı tek başına verebilecek durumda değildir” açıklamalarında bulundu..
Sözcü Kalın, Al Jazeera’ye yazdığı makalede, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin zaten kırılgan ve güvensiz olan dünyaya yeni bir belirsizlik ve kaygı boyutu eklediğini belirtti.
Birçok kişinin artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı fikrine katıldığına ve “post-korona dünyada” nasıl bir küresel siyasi düzenin ortaya çıkacağının belirsizliğini koruduğuna işaret eden Kalın, şöyle devam etti:
“Bu durum ya bizleri birbirimize daha fazla yaklaştıracak ya da gittikçe yabancılaşan dünyada birbirimize daha da yabancılaştıracaktır. Bugün yapacağımız seçimler önümüzdeki on yıllarda insanlığımızın durumunu belirleyecektir. Koronavirüsün neden olduğu kaos hali, panik ve insani maliyet, mevcut bölgesel ve uluslararası kurumların fay hatlarındaki zafiyeti ortaya çıkarmıştır. BM bu krizi, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ‘karşılaştığımız en zorlu kriz’ olarak nitelendirmiştir.
Küresel tehditler karşısında Avrupa Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan Birleşmiş Milletler ve alt kuruluşlarına kadar, uluslararası kurumların işe yararlılığı sorgulanmaktadır. Bölgesel ve küresel kuruluşlar ve ittifaklar uzun suredir derin bir meşruiyet krizinin sancısını çekmektedir. Bununla birlikte bu süreç kurumların misyon ve operasyonlarını yeniden tanımlamaları için fırsat olabilir.”
‘Hayatlarımızı değiştirecek kararlar almaya zorlayacak’
Kovid-19’un insanları öldürdüğünü ve bunu mevcut dünya düzeni ve kurumlarından güç alarak yaptığını belirten Kalın, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Asırlık özgürlük-güvenlik dengesi sorunu yeni dinamiklerle birlikte merkezde kalmaya devam ediyor. Şimdiden güvenliğimiz için özgürlüklerimizden ne kadar taviz verebileceğimiz sorgulanıyor. Korona sonrası dünyada otoriter siyasi düzenler ile sığ ve dışlayıcı milliyetçiliğin daha fazla rağbet görmesi güçlü bir ihtimal. Adil olmayan tavizler gerektirse de salgın hastalıklar, biyolojik savaş, kimyasal silahlar, terörizm, mülteci krizi ve geleneksel çatışmalardan kaynaklanan tüm sorunlar, hayatlarımızı değiştirecek kararlar almaya zorlayacaktır.
Kısa vadede güvenliği merkeze alan siyasi düzenlerin yükselişi kaçınılmaz görünse de bunların geleceğimize hükmetmesine müsaade etmemeliyiz. Kapitalist üretim biçimlerinin ve çok uluslu şirketlerin veya eski tip ulus-devlet yapılarının baskıcı doğasına rağmen, korona sonrası dünyada gücün kötüye kullanılmasına karşı teyakkuzda olmalıyız.
Her şeyi kapsayan bir kavram olarak insan güvenliği, insan hürriyetinden ayrılamaz. Sağlıklı bir sosyo-politik düzen salt güvenlik merkezli işleyemez. İnsan yaratıcılığının, düşüncesinin, ilişkilerinin ve üretiminin olmazsa olmaz koşulu (sine qua non) özgürlüktür. Doğal yahut insan eliyle hazırlanan felaketlerle mücadelede güvenlik ve özgürlük dengesini sağlayabilmek elzemdir. Korona salgını, biyo-güvenlik ve sanal-güvenliğin bireylerin olduğu kadar toplumlar, şirketler ve devletler için de ne kadar hayati bir önemi haiz olduğunu göstermiştir. Önümüzdeki virüs saldırılarının üstesinden gelebilmek için bu alanlara çok daha fazla yatırım yapılması beklenmektedir. Yeni teknolojiler gelecekteki her hastalığı ve salgını engelleme kapasitesine sahip olmayabilir. Fakat bize en az kayıpla nasıl yaşamamız gerektiğini öğretecektir.”
Makalede, “Bütün bunların anahtarı herkes için güvenliği sağlayabilmektir.” ifadesini kullanan Kalın, şu görüşlere yer verdi:
“Küresel tehditler gösteriyor ki hepimiz güvende olmadıkça hiçbirimiz güvende olmayacağız. Bugünden sonra hiçbir bölge, ulus veya ülke için kültürel hiyerarşiler, ekonomik dokunulmazlıklar ve ayrıcalıklar söz konusu değildir. Hiçbir ülke bu savaşı tek başına verebilecek durumda değildir. Birlikte hareket etme ve dayanışma, kulağa klişe gibi gelse de hayat kurtarmak için her zamankinden daha ivedi bir ihtiyaçtır. Birleşmiş Milletler benzeri salgınlarla başa çıkabilmek için kendini yeniden yapılandırmalıdır. Sadece tavsiye sunmak yeterli değildir. Dünya Sağlık Örgütü önleyici tedbirler alacak şekilde yetkilendirilmelidir. G-20 ülkeleri aşı geliştirilmesi için fon ayrılmasına öncülük etmeli ve bulguları gelişmekte olan ülkelerle paylaşmalıdır.
Wuhan’da, New York’ta veya Madrid’de olmasına bakılmaksızın, en savunmasızı korumak önceliğimiz olmalıdır. Suriyeli, Afgan ve diğer milletlerden milyonlarca mülteci, hiçbir sağlık güvenceleri ve korunmaları olmadan, dünyanın her yerine dağılmış durumda bulunuyor. Yaşlılarımız, hastalarımız, ihtiyaç sahipleri ve yabancılarla ilgilendiğimizde, derinlerdeki insaniyetimizi hatırlamalı ve yüceltmeliyiz. Bugün dünyanın her yerindeki sayısız hastanede, klinikte ve yoğun bakım servislerindeki tablo tam da bunu yansıtmaktadır.”
Kalın, bu beklenmedik sınamanın asıl kahramanı olan doktor, hemşire ve sağlık çalışanlarının kendi hayatlarını başka hayatları kurtarmak için riske attıklarına dikkati çektiği yazısında, “Eğer virüsü bilim ve teknolojimizle olduğu kadar hikmet, merhamet ve insanlığımızla da yenmeyi istiyorsak bu derin insaniyet her sokağa, her mahalleye her şehre ve her ülkeye yayılmalıdır. Daha yüksek duvarlar inşa etmek, popülist ve korumacılara bazı kazanımlar sağlayabilir ancak herkese güvenlik ve emniyet sağlayamaz. Korona günleri geçecektir fakat siyasi ve dini liderler ‘yabancı düşmanlığı’, ‘anti-semitizm’, ‘İslamofobi’, ‘ırkçılık ve ayrımcılık’ gibi virüslerin topluma yayılmaması için öncülük etmelidir.” değerlendirmesinde bulundu.
‘Asıl mesele hikmet sahibi, merhametli ve erdemli insan olmaktır’
Evlerde ve dijital mecralarda daha fazla vakit geçirilen bugünlerin muhasebe vesilesi olarakd eğerlendirilebileceğine işaret eden Kalın, şunları kaydetti:
“Kadim Taocu deyişinde yer aldığı gibi canavarla savaşırken canavara dönüşmemek esastır. Bu korona günlerinde insan kalabilmek hepimiz için ahlaki bir sınav haline gelmiştir. Diğer meydan okumalardan farklı olarak, hakiki küresel bir tehditle karşı karşıyayız. Mücadele tarzımız bizim küresel ve ortak insanlık anlayışımızı yansıtmalıdır.
Her doğal afet doğanın yeni bir denge oluşturma çabasıdır. Bu, aynı zamanda biz insanların doğal düzenin ahengine müdahalemizin karşılığıdır. Bu durum insanlığın ivedilikle doğru eyleme geçmesini gerektirmektedir ancak son birkaç yüzyıldır yaptığımız gibi sadece sayılar, istatistikler ve grafiklerle iktifa etmemeliyiz. Zira daha derin bir anlayış, dünyayla ilişki biçimimiz ile radikal bir hesaplaşmayı ve dönüşümü gerektirir. Kovid-19, evrenin efendileri olmadığımızın ve dünyanın özel mülkiyetimiz olmadığının bir uyarısı olabilir. Kapitalizm ve tüketim kültürü dünyadaki kıyımlarını sürdürdükçe, gezegenimiz bize daha fazla virüs, pandemi ve felaket ile karşılık verecektir.
Kovid-19 ile mücadele bilim, ekonomi, toplum, güvenlik, din gibi gerekli her alandan istifade edilerek yapılmalıdır. Sonuç olarak şu gerçeği gözden kaçırmamalıyız ki burada asıl mesele zengin ya da fakir olmak, gelişmiş ya da gelişmekte olmak değil hikmet sahibi, merhametli ve erdemli insan olmaktır.”