KENDİSİNİ TERK EDEN ANNESİNDEN BÖYLE İNTİKAM ALDI!.
Şu sıralar Netflix’te yayınlanan Mindhunter dizisine konu olmuş David Berkowtiz isimli caninin kan donduran hayat hikayesi…
Yıl 1976, yer New York. Bronx’ta iki kadın araçlarında oturup sohbet etmektedir…
O esnada ortada hiçbir sebep yokken biri çıkar ve otomobillerine ateş açmaya başlar. Kadınlardan biri yaşamını yitirirken öteki ona göre daha şanslıdır, sadece yaralanmıştır.
Gören duyan herkes için sebepsiz bir saldırı gibi görünse de her şey bu olayla başlar. Temmuz 1976’dan itibaren bir yıl boyunca New York’ta yoğun olarak kadınları hedef alan birçok saldırı, huzursuz insanlar… Ve hepsinin müsebbibi ‘Sam’in Oğlu’dur.
Kendisini Sam’in Oğlu olarak adlandıran David Berkowitz, çocuk yaşlarında annesi tarafından terk edilmiş, çevresindekilere göre ‘garip’ bir karakterdi.
Davranışları ve paranoyalarla dolup taşan yapısı onu hem yalnız hem de dışlanmış hale getirmişti. Girdiği hiçbir ortamda tutunamamış olması, üstüne üstlük üvey annesinin de yaşamını yitirmesi onun karmaşık zihnini şekillendiren sebeplerden birkaçı olarak düşünülüyordu.
Berkowitz hem onu terk eden annesine hem de yaşamını yitiren üvey annesine karşı nefret biriktirerek büyümüştü, bu nefreti kadınlara yansıtmaktan da çekinmiyordu.
Onun büyüttüğü nefret, kadınlarla anlaşmasını imkansızlaştırmaktan başka işe yaramıyordu. Bu tavrı yüzünden sevgilisi bile olmadı.
Askerlik yaptığı sıralarda hayat kadınlarıyla birlikte olmayı tercih edip onlardan kaptığı bel soğukluğu da nefreti için tuz biber olmuştu. Fakat tüm bunlar katil olmak için anlamsız bahanelerdi, o özünde dengesiz psikolojiye sahip bir karakterdi ve yaşadıkları sebebiyle kurbanı kadınlar olmuştu.
Onun ilgi açlığı bu korkunç olaylardan önce de kendini göstermişti aslında.
Berkowitz New York’ta sırf insanların endişelenmesi için yangın çıkarıyordu ve hepsini not aldığı 1500’e yakın yangın çıkarmıştı.
Algısı insanların ilgisini ancak bu tip afetler yaratarak çekebileceğini düşünecek kadar bozulmuştu.
O bu engelleri aşmak yerine insanlığın kendisine acımasız bir komplo kurduğuna inanmayı tercih etti. İlk kurbanlarını Bronx’ta rastgele seçti.
“Öfkelendiğim zamanlarda rahatlamak için birilerini öldürmem gerekiyordu”
Bu kan donduran itiraftaki caniliği görebiliyor musunuz?
Salt canilik değil, Berkowitz’de diğer katillerde olmayan bir basitlik de vardı. O kişilere işkence etmiyor yahut onları belli sebeplerle seçmiyordu, olay öncesinde basit bir gözlem yapıp seçtiği kişileri katlediyordu. İlerleyen yıllarda olay sonrasında polislerin cansız bedenleri incelemesini izlemekten her nedense haz aldığını da paylaşmıştı.
Kayıtlara geçen ilk olayın ardından 4 kişiyi daha katletti, 7 kişiyi ağır yaraladı.
Çoğunlukla kadınları ve çiftleri seçiyordu, sinir anlarında 44 kalibre Bulldog model silahını çekip tüm mermileri masum insanların üzerine boşaltıp uzaklaşıyordu. Silahı sebebiyle 44 Kalibre Katili olarak anılmaya başlamıştı. Asıl lakabı ise yukarıda da bahsettiğimiz üzere Sam’in Oğluydu.
Kimdi bu Sam? İşlediği bir cinayetin ardından cinayet mahallinde bıraktığı notta “Ben Sam’in oğluyum ve küçük bir çocuğum.” yazmıştı. Oysa ne onun hayatında ne de çevresinde Sam adında biri yoktu.
Tutuklandıktan sonra Sam’in kim olduğu açığa çıkacaktı…
Berkowitz’e göre tüm bu masum insanları öldürmesi için ona emir veren kişi Sam adındaki komşusuydu. Köpeğiyle bu emirleri kendisine iletiyordu ve o şeytanın ta kendisiydi, Berkowitz’in hiçbir suçu yoktu.
Anlattığı bu senaryonun ardından mahkeme akli dengesinin incelenmesini emretti ve sonuca göre Berkowitz’in zihninde anormal hiçbir şey yoktu. Suçluydu.
Kendine hakim olamadığı bu korkunç bir yıl boyunca birilerinin onu yakalamasını istiyordu, polise bıraktığı notlar bunun işaretiydi.
Hem durdurulmak istiyor hem de içindeki caniyi durduramıyordu. Mahkemesi sürerken şartlı tahliyesi gündeme geldiğinde “Ben iyi bir insan değilim ve bunu hak etmiyorum” demesi, ona gerçekten emir veren bir Sam olup olmadığı konusunda kafalarda soru işareti yaratmaya başladı ama olayın altından hiçbir şey çıkmadı.