Türkiye düşmanı Prens Selman’ın suyu ısınıyor!. (haber-analiz)
Biden’in seçilmesiyle Suud yönetimindeki çatlağın daha da derinleşeceğini belirten Dr. Necmettin Acar, Anadolu Ajansı için kaleme aldığı analizde ‘Bugüne kadar Trump’ın -çek defteri karşılığında- sağladığı koşulsuz destekle hem içerideki hem de uluslararası arenadaki sorunlardan ciddi bir yara almadan sıyrılmayı başaran Muhammed bin Selman, en önemli hamisini kaybettiği yeni döneme girerken ciddi politik kaygılar taşıyor. Muhammed bin Selman uluslararası arenada başını ağrıtacak sorunlara ilaveten, ülke iç siyasetinde de derinleşen sosyoekonomik sorunlara bağlı olarak bir sıkışmışlık içinde.’ değerlendirmesinde bulundu.
AA’da yer alan analiz şöyle:
21-22 Kasım’da Riyad’da sanal olarak düzenlenen G20 zirvesi öncesinde Suudi Arabistan politik sisteminde yeni gelişmelerin ortaya çıkacağına dair iddialar uzun süredir uluslararası siyasette önemli bir gündem maddesiydi. Ancak zirveden önce sonuçlanan ABD seçimlerini Demokrat aday Joe Biden’ın kazanması, Riyad’da erken taht hesapları yapan Muhammed bin Selman’ın hesaplarını alt üst etti.
Trump’ın ABD seçimlerini kaybetmesinin Riyad’da yol açtığı soğuk duş etkisi bilinen bir gerçek. Seçim sonuçlarının açıklanmasını müteakiben Riyad’dan gelen bazı adımlar, Suud yönetiminin Trump döneminde takip edilen iddialı ve maceracı dış politikasında anlamlı bir değişikliğe işaret etmekteydi. Riyad’dan gelen bu ılımlı açıklamalar Biden dönemine yönelik bir hazırlık olarak da yorumlandı.
Ancak hafta başında İsrailli yetkililer tarafından basına sızdırılan bir gelişme, Suudi Arabistan dış politikasının yönüne dair yeni bir kafa karışıklığına yol açtı. Geçtiğimiz Pazar günü ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun gözetiminde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve MOSSAD Başkanı Yossi Cohen’in Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Suudi Arabistan’ın NEOM projesi bölgesinde yaptıkları söylenen gizli görüşme Suudi iç siyasetine dair önemli mesajlar içeriyor.
– MUHAMMED BİN SELMAN’IN TRUMP SONRASI DÖNEME DAİR ARTAN ENDİŞELERİ
2017 yılında veliaht prens olarak atanmasını takip eden süreçte Suud siyasetinde profilini hızla yükselterek ülkenin fiili yöneticisi olmayı başaran Muhammed bin Selman’ın bu başarısında ABD Başkanı Donald Trump’ın önemli bir payı bulunuyor. Muhammed bin Selman’ın bu yükselişi, büyük ölçüde, Kaşıkçı cinayeti soruşturması ve Yemen’den yansıyan insani kriz manzaralarına rağmen, hanedan içindeki rakiplerini saf dışı bırakması hususunda Trump’ın sağladığı koşulsuz desteğe borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Trump’ın seçimi kazanarak Beyaz Saray’da ikinci bir dönem için kalmaya devam etmesi durumunda, Muhammed bin Selman’ın ülke siyasetindeki ağırlığını artırarak Suudi tahtına oturmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. Fakat seçimleri Biden’ın kazanması, genç veliahdın ve Suudi Arabistan tahtının geleceğiyle ilgili belirsizliklere yol açtı.
Yeni dönemde, Trump gibi önemli bir hamiyi kaybeden Muhammed bin Selman’ı zorlu bir süreç bekliyor olacak. Başta Kaşıkçı cinayeti olmak üzere, son dönemde ülkede artan insan hakları ihlalleri, Yemen savaşı ve yol açtığı insani felaketler, İran nükleer anlaşmasının geleceği bu başlıklardan sadece bazıları. Özellikle Biden’ın seçim sürecinde verdiği beyanatlar ve başkan seçilmesini müteakiben kabinesi için önerdiği isimler, Muhammed bin Selman için yeni dönemde işlerin çok da kolay olmayacağına işaret ediyor.
Muhammed bin Selman’ın bahsi geçen ve uluslararası arenada başını ağrıtacak sorunlara ilaveten, ülke iç siyasetinde de derinleşen sosyoekonomik sorunlara bağlı olarak bir sıkışmışlık içinde olduğunu söyleyebiliriz. Çok düşük seyreden petrol fiyatlarının ve neredeyse sıfıra inen inanç turizminin ülkenin ekonomik göstergelerinde ortaya çıkardığı ağır tahribat bu sorunların başında geliyor. Genç veliahdın 2016 yılında ortaya attığı “Vizyon 2030” projesiyle tüm Suudiler için vadettiği ekonomik refahtan bir eser olmadığı gibi, son yıllarda Suudi vatandaşların ekonomik durumlarında ciddi bir kötüleşmeyle karşı karşıyayız. Üç kat artırılan KDV, çalışanların ücretlerinin düşürülmesi, zayıflayan sosyal yardım programları ve başta NEOM olmak üzere bazı planlı yatırımların askıya alınması, özellikle genç nesil arasında Muhammed bin Selman’a olan teveccühü önemli ölçüde ortadan kaldırdı.
İkinci olarak, genç veliahdın tahta yürürken vatandaşlarına vadettiği sosyal ve hukuki reformlar konusunda da son yıllarda anlamlı bir ilerleme kaydedilemedi. Ülke içinde artan insan hakkı ihlalleri, hem ülke içinde hem de ülke dışındaki muhaliflere yönelik görülmemiş baskıcı politikalar ve hanedan içindeki olası rakipleri saf dışı bırakmak için yürütülen itibarsızlaştırma kampanyaları, Suud iç siyasetinde Muhammed bin Selman’ı zorlayan önemli politik açmazlar olarak sayılabilir.
Bugüne kadar Trump’ın -çek defteri karşılığında- sağladığı koşulsuz destek sayesinde hem içerideki hem de uluslararası arenadaki bu sorunlardan ciddi bir yara almadan sıyrılmayı başaran Muhammed bin Selman, en önemli hamisini kaybettiği yeni döneme girerken ciddi politik kaygılar taşıyor.
– MUHAMMED BİN SELMAN İÇİN İSRAİL KARTI NE ANLAMA GELİYOR
2010 sonrası dönemde rejimin güvenliğine dair derinleşen kaygılar, Suud yöneticileri özellikle de Muhammed bin Selman’ı İsrail’le yakınlaşmaya teşvik eden bir gelişmeydi. Bu süreçte Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed ve Trump’ın damadı ve baş danışmanı Jared Kushner’in kişisel çabaları, Riyad ve Tel Aviv arasındaki yakınlaşmanın en önemli itici gücü oldu. Muhammed bin Selman, sayılan aktörler tarafından, olası bir İsrail-Suudi Arabistan ittifakının, Obama döneminde zayıflayan ABD ile ilişkileri onarmak, İran’ı dengelemek, Yemen savaşının üstesinden gelmek, Basra körfezi, Güney Arabistan ve Kızıldeniz gibi bölgelerde Suudi nüfuzunu tahkim etmek açılarından, kendilerine uluslararası arenada büyük kazançlar sağlayacağına ikna edildi. Aynı zamanda, sayılan aktörler tarafından, böyle bir ittifakın Muhammed bin Selman’ı Suud tahtına taşıyacağına ve içerideki rakiplerini saf dışı bırakmasını kolaylaştıracağına dair güvenceler verildi. Kısacası, son dönemde İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşmasının artan ivmesinin, büyük ölçüde Muhammed bin Selman’ın kişisel politik hırsları ile yakından alakalı olduğunu söyleyebiliriz.
Muhammed bin Selman’ın geçtiğimiz Pazar günü İsrail Başbakanı Netanyahu, MOSSAD Başkanı Yossi Cohen ve Pomepo ile yaptığı gizli görüşme, görüşmenin yeri, zamanı, katılımcıları ve görüşmenin sızdırılma biçimi önemli mesajlar içeriyor. Resmi olarak yalanlansa da, bu görüşmenin gerçekleştiği hem İsrail hem de Suudi tarafında, ismi açıklanmayan yetkililer tarafından doğrulandı. Ayrıca Netanyahu’nun yurt dışı seyahatlerinde sıklıkla kullandığı uçağın rotası, Pompeo’nun tüm görüşmelerine yanında götürdüğü basın mensuplarını Pazar günü Muhammed bin Selman ile görüşmeye giderken havaalanında bırakması, böyle bir gizli görüşmenin gerçekleştiğini ortaya koyan diğer unsurlar. Bir İsrail başbakanının Suudi Arabistan’ın fiili yöneticisiyle Suud topraklarında yaptığı bu görüşme, iki ülke tarihinde bir ilki de temsil ediyor. Aynı zamanda bu son görüşme kadar üst düzey olmasa da, her iki tarafın yetkililerinin değişik zamanlarda yaptığı görüşmeler kati surette reddedilirken, Netanyahu-Muhammed bin Selman görüşmesinin bilinçli olarak basına sızdırılması da önemli bir gelişme. Ayrıca bu görüşmenin Suudi Arabistan’ın başkanlığında düzenlenen G20 gibi önemli bir zirvenin ve Trump’ın başkanlık dönemi bitmeden İran’a yönelik saldırı planları yaptığına dair ciddi iddiaların hemen peşinden gelmesi de zamanlama açısından dikkat çekiyor.
Bu görüşmeyle Muhammed bin Selman, ülke içinde ve uluslararası arenada karşı karşıya kaldığı politik açmazları aşmak için, İsrail’le ilişkileri bir adım daha ileri taşıma konusunda ne kadar ciddi olduğunu ortaya koydu; ülke içinde kendi iktidarına yönelik olası muhalefet girişimlerini alt etmek için İsrail’in askeri ve istihbarat kapasitesine dayanmakta bir sorun görmediğini de ifade etmiş oldu. İran ile rekabet ve Yemen savaşı gibi bölgesel meselelerde Suudi Arabistan’ın iddialı ve maceracı politikasında, İsrail’in de desteğiyle, kararlılık mesajı vermiş oldu.
– SUUD YÖNETİMİNDE DERİNLEŞEN ÇATLAK
Her ne kadar veliaht prens ülke kapasitesini aşan iddialı ve maceracı politikalar konusunda ısrarcı olsa da, temel meselelerde takip ettiği bu politikaya olan ülke içi destekte son dönemde bir zayıflama dikkat çekiyor. Bu zayıflama, veliaht prense yönelik Trump sonrası dönemde uluslararası desteğin azalması ile de bir paralellik arz ediyor.
Son dönemde önemli bölgesel meselelerde Suud yönetiminin ikircikli bir tavır sergilediğine şahit olmaktayız. Bu tavrın en önemli sebeplerinden biri veliaht prens ile baba kral arasındaki derin yaklaşım farkları gibi duruyor. Filistin meselesi ve Türkiye ile ilişkiler, bu derin yaklaşım farklarının en önemli göstergesi olarak sayılabilir.
İlk olarak, Flitisin meselesinde Kral Selman Filistinlilerin meşru haklarını savunur bir pozisyonu koruyan bir politikada ısrarcı görünüyor. Nitekim G20 zirvesinde Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan Al Suud’un İsrail’le normalleşmenin ancak Filistin meselesinde adil ve kalıcı bir çözümle mümkün olabileceğine yönelik açıklamaları, kralın pozisyonunu göstermesi açısından bir hayli önemli. Riyad’dan gelen bu açıklamadan bir gün sonra Muhammed bin Selman’ın NEOM projesi bölgesinde en üst düzey İsraillilerle gerçekleştirdiği görüşme, iki isim arasında, Filistin meselesi gibi bölgenin en köklü meselesinde derin bir yaklaşım farkı olduğunu gösteriyor.
İkinci olarak, İzmir depreminde zarar görenler için Kral Selman’ın insani yardım gönderilmesi talimatı ve G20 zirvesi sürecinde Selman-Erdoğan telefon görüşmesinde kralın Türkiye ile güçlü ilişkilere vurgu yaparak her iki ülke arasındaki sorunların diyalog yoluyla çözülebileceğini söylemesi, Kral Selman’ın başta Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri olmak üzere, bölgesel düzeyde daha yapıcı bir dış politikaya eğilimli olduğunu gösteriyor. Fakat tüm bu iyimser havaya rağmen, ana akım Suud medyasındaki Türkiye karşıtı yayınlar ve Suudilerin Türk mallarına yönelik adı konulmamış bir boykot uygulaması, Kral Selman’ın bu ılımlı tavrıyla pek uyuşmuyor. Veliaht prensin, Muhammed bin Zayed’in de etkisiyle, Türkiye karşıtı bir politikada ısrarcı olduğu gerçeği, son dönemde yaşanan Türkiye karşıtı bu politikada Muhammed bin Selman’ın rolü olduğuna dair iddiaları kuvvetlendiriyor.
Trump’ın da desteğiyle Muhammed bin Selman’ın önlenemeyen yükselişinin Biden dönemiyle birlikte hız keseceği muhakkak. Bu durum Suud iç siyasetinde veliaht prense muhalif odakların seslerinin daha güçlü çıkmasına yol açabilir. Ayrıca Trump döneminde arkasına aldığı koşulsuz uluslararası destekle Suudi Arabistan’da fiili yönetici haline gelen veliaht prensin gücünde ve yetkilerinde bir azalmanın olacağını tahmin etmek de güç değil. Bu durum ülke yönetiminde daha ihtiyatlı olan Kral Selman’ın önünde daha geniş bir manevra alanı açabilir.
Fakat Trump’ın görevinin son günlerinde İran’a yönelik bir askeri saldırı başlatması bölgede taşları yerinden oynatacaktır. Böyle bir gerginlikte sınırlı askeri kapasiteye sahip olan Suudiler, İran karşısında zayıflayarak İsrail’in askeri endüstriyel kapasitesine şiddetle ihtiyaç duyabilirler. Geçmişte de bölgesel krizleri ve bölgenin önemli aktörlerinin içine düştüğü zayıflığı ustaca kullanmasını iyi bilen İsrail, bu durumdan en kârlı çıkacak aktör olacaktır. Suudilerin bölgede zayıflayan pozisyonu İsrail’in Riyad’dan, Suudi siyasetinin biçimlendirilmesi dahil, önemli tavizler koparacağı bir süreci başlatabilir. Böyle bir senaryoda, halihazırda savunma bakanı da olan Muhammed bin Selman’ın Riyad’daki pozisyonu daha da güçlenecektir.