Bir Amerikan vahşeti! “1637 Pequot katliamı”
Kendilerine Hacılar adını takan göçmen İngilizler, Yeni İngiltere adını verdikleri bu topraklara gelirlerken boş topraklara gelmiyorlardı; bu bölgede çok sayıda Kızılderili kabile yaşıyordu. Massachusetts Körfezi Sömürgesi Valisi John Winthrop Kızılderili topraklarını almak için yasal bir bahane bularak bu toprakları ‘boş topraklar’ olarak ilan etmişti.
Ona göre Kızılderililer mademki bu toprakları fethedip egemenlikleri altına almamışlardı, o halde bu topraklarda yasal değil, doğal haklar vardı.
“Doğal” hakların ise yasal dayanağı yoktu. Arınmacılar (Püritenler) İncil’e de başvuruyorlardı. İlahilerde (2:8), “Benden isteyin ki size vereyim, putperestlerin mirası, dünyanın en büyük payı sizin olsun” deniyordu. Kızılderili topraklarını zor kullanarak ele geçirmeleri için ise Romalılar bölümünü (13:2) gösteriyorlardı: “Her kim bu güce karşı gelirse, Tanrı’nın takdirine karşı gelmiş olur; karşı gelenler lanetleneceklerdir.”
Arınmacılar, bugün güney Connecticut ve Rhode Island olarak bilinen bölgede yaşayan Pequot kabilesiyle zoraki bir barış dönemi yaşıyorlardı. Aslında beyazlar, Kızılderililerin yoldan çekilmelerini istiyorlardı: onların topraklarını istiyorlardı. Bu bölgede yaşayan herkese beyazların egemenliklerini kabul ettirmek istiyorlardı. Kızılderilileri kaçırarak sık sık sorun çıkaran bir beyaz tüccarın Kızılderililer tarafından öldürülmesini bahane ederek 1636 yılında Pequotlar’a savaş açtılar.
Block adasında yaşayan Narragansett Kızılderilileri de, Pequotlar ile akraba olduklarından, Boston’daki sömürgecilerin planladığı bu cezadan paylarını alacaklardı: Görevleri Block adasındaki erkekleri öldürmek, ancak kadın ve çocukları sadece uzaklaştırmak ve adayı ele geçirmekti. Oradan Pequotlar’a gidecekler; Kaptan Stone ve diğer İngilizleri öldürenleri kendilerine vermelerini talep edeceklerdi. Pequotlar ayrıca, para olarak kullandıkları katırboncuklarından ipe dizilmiş olarak, bin kulaç uzunluğunda boncuğu ve rehine olarak çocuklarından bazılarını, verdikleri zararın karşılığı olarak İngilizlere verecekler, kabul etmezlerse bunlar güç kullanarak alınacaktı.
İngilizler adaya çıkarak bazı Kızılderilileri öldürdüler, fakat geri kalanlar adanın balta girmez ormanlarına kaçıp saklandılar. İngilizler ekili alanları tahrip ederek terk edilmiş bir köyden diğerine dolaşıp durdular. Daha sonra gemileriyle adadan ayrılıp kıta karasına yelken açtılar ve sahildeki Pequot köylerine saldırıp yine ekili alanları yok ettiler. Bu saldırıdaki subaylardan biri rastladıkları Pequotların durumunu şöyle anlatıyordu: “Geldiğimizi gören Kızılderililer kalabalıklar halinde koşarak deniz kıyısına geldiler ve Yaşasın İngilizler, yaşasın, niçin geldiniz? diye bağırarak bizi karşıladılar. Niyetimizin onlarla savaşmak olduğunu bilmediklerinden neşe içinde koşuşup duruyorlardı… ”
Böylece Pequotlar ile İngilizler arasında savaş başlamış oldu. Her iki taraf da katliam yaptı. İngilizler daha önce Cortes tarafından ve yirminci yüzyılda daha sistematik biçimde kullanılan bir savaş taktiği geliştirdiler: Düşmanı yıldırmak için özellikle savaşçı olmayanlara zarar veren saldırılarda bulunmak.
Etnik tarihçi Francis Jennings, Yüzbaşı John Mason’un Long Island Sound yakınında Mystic Nehri üzerindeki Pequot köyüne saldırısını şöyle anlatmaktadır: “Mason, güvenemediği ve hazırlıksız görünen birliklerine aşırı yüklenmekten başka bir şey olmayacağı için Pequot savaşçıları ile karşı karşıya gelmekten kaçınmayı planladı. Onun amacı böyle bir savaş değildi. Savaşmak, düşmanın karşı koyma iradesini kırmanın yollarından yalnızca birisiydi. Katliam yapmak daha az riskle aynı sonuca götürebilirdi ve Mason amacının katliam yapmak olduğuna karar vermişti.”
Böylece İngilizler köydeki kulübeleri yakmaya başladılar. İçlerinden biri bunu şöyle anlatıyordu: “Yüzbaşı kulübeye birdenbire girip onları yakmalıyız, dedi. İçeri adım atar atmaz elimizdeki alevli odun parçalarını hasırların üzerine atıp kulübeleri ateşe verecektik.” History of the Plymouth Plantation (Plymouth Plantasyonunun Tarihi) adlı -aynı tarihlerde kaleme alınmış- kitabında William Bradford, Peguot köyüne Mason’un saldırısını şöyle anlatıyordu:
Yangından kaçabilenler kılıçtan geçirildiler; bazılarını parça parça biçtiler, kaçmaya çalışanların önü meçlerle (düz ensiz kılıç) kesildi, çabucak öldürüldüler; pek azı kaçıp kurtulabildi. Bu saldırıda 400 yerliyi yok ettiklerini gördüler. Bir yandan insanların ateşte kızardığını, diğer yandan da kanın dere olup aktığını görmek korkunçtu, ortaya yayılan koku dehşet vericiydi; fakat zafer için bu fedakârlıklara katlanmak tatlıydı; bu harika zaferi kendilerine bahşeden tanrıya hemen oracıkta dualar ettiler; böyle kibirli, böyle şerefsiz bir düşmanı bu şekilde ellerine düşürüp kendilerine böyle çabuk bir zafer nasip eden tanrıya şükrettiler.
Arınmacı din alimi Dr. Cotton Mather’in belirttiği gibi: “O gün en az 600 Pequot ruhunun cehenneme gönderildiği sanılıyordu.” Savaş sürdü, Kızılderili kabileleri birbirlerine karşı kullanıldılar ve asla İngilizlere karşı savaşta birleşmeyi başaramadılar. Jennings durumu şöyle özetler:
Kızılderililer arasında gerçek bir dehşet duygusu yayılıyordu, fakat zamanla bu duygunun temellerini düşünmeye başladılar. Pequot Savaşı’ndan üç ders çıkarmışlardı: 1) Çıkarlarına ters düşen bir durumda İngilizler bütün yeminlerini bozabiliyorlardı; 2) İngilizlerin savaşında hiçbir ahlaki ilke ya da merhamet yoktu; 3) Yerlilerin yaptığı silahların, İngilizlerin imal ettiği silahlara karşı hiçbir etkisi yoktu. Bu dersleri yerliler iyice bellemişlerdi.
Virgil Vogel’in 1972’de yazdığı This Land Was Ours (Bu Topraklar Bizimdi) adlı kitabındaki bir dipnotta şu bilgi veriliyordu: “Connecticut’ta bulunan Pequotlann nüfusu resmi olarak bugün yirmi bir kişidir.”
Pequot Savaşı’ndan kırk yıl sonra Arınmacılarla yerliler bir kez daha savaştılar. Bu defa İngilizlerin ayaklarına dolananlar, topraklarını Massachusetts körfezi sömürgesi dışındaki insanlara da satmaya başlayan ve körfezin güneyinde yaşayan Wampanoaglardı. Reisleri Massasoit ölmüştü. Oğlu Wamsutta da İngilizler tarafından öldürülmüş olduğundan kabilenin başına kardeşi (daha sonra İngilizler tarafından Kral Philip diye adlandırılacak olan) Metacom geçmişti. İngilizler topraklarını almak için bir bahane bulmuşlar, bir cinayeti Metacom’un üzerine yıkmışlar ve Wampanoaglara karşı bir fetih savaşına girişmişlerdi. Asıl saldırganın kendileri olduğu gün gibi açıktı, fakat İngilizler savunma amacıyla hareket ettiklerini iddia ediyorlardı. Kızılderililere pek çok kişiden daha dostça davranan Roger Williams ise şunları söylüyordu: “Vicdan ve basiret sahibi herkes rüzgârın yönüne göre, kendi savaşının savunma amacı güttüğünü söyleyecektir.”
Jennings, Arınmacı seçkinlerin savaş istediklerini, sıradan beyaz İngilizlerin ise savaş istemediklerini ve çoğu kez savaşmayı reddettiklerini söylemektedir. Kuşkusuz Kızılderililer de savaş istemiyorlar, fakat vahşete vahşetle karşılık veriyorlardı. Savaş 1676’da bittiğinde İngilizler kazanmışlardı kazanmasına ama kaynakları iyice tükenmiş, altı yüz adamlarını da yitirmişlerdi. Kızılderililer ise Metacom da dahil olmak üzere üç bin savaşçılarını yitirmiş olmalarına karşın saldırılarını sürdürüyorlardı.
İngilizler bir süre daha yumuşak taktikler denediler. Fakat sonunda yine toplu kıyıma yöneldiler. Kolomb’un kıtaya ulaştığı zaman Meksika’nın kuzeyinde yaşayan 10 milyon Kızılderili nüfusu bir milyonun altına düştü. Kızılderililerin büyük bir bölümü beyazların getirdikleri hastalıklar nedeniyle ölmüştü. New Holland’ı ziyaret eden Hollandalı bir gezgin 1656’da şunları yazıyordu: “Kızılderililerin iddiasına göre… Hıristiyanların buralara gelip çiçek hastalığını Kızılderililere bulaştırmalarından önce Kızılderililerin sayısı şimdiki sayının on katıymış; bu hastalık onların nüfusunu eritip onda dokuzunun ölmesine neden olmuş.” 1642’de İngilizler gelip Martha’s Vineyard’a yerleştiklerinde oradaki Wampanoaglann sayısı belki de üç bin kadardı ve bu adada hiç savaş yoktu. Fakat 1764 yılına gelindiğinde orada yalnızca 313 Kızılderili kalmıştı. Aynı şekilde Block adasındaki Kızılderililerin sayısı 1662’de 1200 ile 1500 iken, 1774’te elli bire inmişti.
İngilizlerin Kuzey Amerika’yı istilalarının, Kızılderilileri aldatarak onları toplu kıyımdan geçirip vahşet uygulamalarının gerisinde, özel mülkiyet temelinde yükselen uygarlıklarda görülen o özel dürtü vardı. Bu, etik yönden karanlık bir dürtüydü; yaşam alanı ve toprak gerçek bir insani ihtiyaçtı. Ancak kıtlık koşullarında, tarihin yarışmaya dayalı barbarlık dönemlerinde bu insani gereksinim bütün halkların öldürülmesine kadar varabiliyordu. Roger Williams bu konuda şunları söylüyordu:
Bu büyük gösteriş merakı, bu geçici dünyanın düşleri ve gölgelerine duyulan habis bir iştah; bu yabanıl, ıssız yerde, sanki insanlar açmışlar, açıkta kalmışlar; büyük fırtınalı denizleri aç, susuz, hasta geçmeye çalışan denizcilerin karaya duydukları hasret gibi büyük bir hasretle toprak isteyen, sanki bir tehlike varmış, arazi elden gidiyormuş gibi davranan bu insanlar… işte yüce tanrının burada, New England’da cezalandırıp yok edeceği şey budur.
Kaynak: Amerika Birleşik Devletleri’nin Tarihi, Howard Zinn, s, 19-22