Eğitimin Gençlik Üzerinde Etkisi / Nur Dinçkan
Gençlik denilince; genellikle büluğ çağına ulaşanlar ile 25-30 yaşına ulaşan fertler grubu anlaşılır. Durum böyle olunca fertlerin yaş dolayısıyla hızlı ve devamlı bir değişme içinde oldukları kendiliğinden ortaya çıkar..
Gençlik için başlama yaşı her iki cins içinde biyolojik olarak büluğ dönemi esas alınırken, bitiş dönemi açısından ise kesin bir ölçü verilemez. Daha çok sosyal plandaki konumları esas alınmaktadır. Gençliğin problemleri dediğimizde, onların ani ve sert tepki gösteren karekteristlik özellikleri, değişime ve tekamüle açık haleti ruhiyeleri dikkate alınmalıdır..
Özellikle gençlik problemleri deyince, eğitimden doğan problem ile başlamak istiyorum.. Burada geçen asırda hakim olan maddeci felsefelerin eğitim anlayışlarının da temeli olduğunu unutmamalıyız. Rönesanstan sonra yetişmiş olan Descartes, Bacon, Spinoza ve Hume gibi filozofların etkisiyle 18. yüzyılda ortaya çıkan “Aydınlanma felsefesi” bütün kültür sahalarında olduğu gibi, eğitimde de bağımsız hale getirilen aklı hakim kıldığını görürüz..
Aydınlanmacıların akılcı düşüncesi tabiat üstü ve tabiat ötesi her şeyi reddeden bir aklı ifade eder. Bu anlayışa göre insanın mutluluğu bu dünya için çalışmaktadır. Bunun için “hazcılık ve faydacılığı “ benimser. Dini, aklın emri altına almaya çalışır. Tecrübi bilgiyi esas alır. Bu kafa yapısına göre ruh; vücuda ve organlara bağlı olarak maddidir..
Eğitim ve öğretimde duyumlardan hareket etmelidir. Bu anlayıştan hareketle özellikle, Fransız ihtilaliyle okullar dünyevileşmiş ve laik bir biçime sokulmuştur. Batılı kafa din denilince; Allah’ın İsa (a.s)’a indirdiği İSLAM’ı değil, tahrif edilmiş Hristiyanlığı ve onun kurumsallaşmış şekli olan kiliseyi anlar. Ve eğitimi kilisenin hakimiyetinden kurtararak ilerleyeceğini düşünür. Pozitivizmin kurucusu A. Comte; Tanrı olarak insanlığı kabul etmiş, İnsanlık dinini kurup, bu uydurduğu dinin ilmihalini bile yazmıştır. ( Pozitivizmin ilmihali adlı bu eser ; 1951’de M.E.B. tarafından Türkçeye çevrilip basılmıştır.) Sosyolojik pozitivizmin büyük temsilcisi Durkheim’de toplumu Tanrı olarak kabul ederek, eğitimin rasyonelleşmesi ve laikleşmesini istemektedir..
Bilimi putlaştıran ve onu dinin yerine geçirmeye çalışan ruhi hayatı fiziki hayatın tabii olduğu kanunlarla izah etmeye çalışan insanı makineleşen evrenin bir parçası olarak tanımlayan bir anlayışın batıya hakim olduğunu görüyoruz. Batıda bunlar olurken bizde neler oldu? Neler yapıldı? Batıda yaşanan bu fikri ve felsefi süreç, tanzimat döneminde bizde de etkilerini göstermeye başladı. Bu etkiyi daha çok edebiyatçılar çerçevesinde görmekteyiz..
Genç Osmanlılar, genç Türkler, ittihat ve terakkinin ileri gelenleri tamamen pozitivizmin etkisi altında idiler. Hüseyin Cahit Yalçın, Hüseyin Rahmi Gürpınar materyalist ve pozitivist çizgidekilerden ilk akla gelenlerdir. Tevfik Fikret “Haluk’un amentüsü” adında pozitivizmin amentüsünü yazmıştır. Böylece 1920’lerden itibaren modernleşme- ilericilik ve batılılaşma adına tam bir din karşıtlığı eğitime hakim olmuş ve bu durum çeşitli kitaplar ve programlara da yansımıştır..
Böylece eğitim, profan ve seküler-laik hale getirilerek ferdin kafasında ailede ve toplumda bilgi ile iman arasındaki bağı koparmış, bütün dengesizliklerin ve problemlerin temel sebebi olmuştur. Özetle, bugün yaşadığımız gençlik problemlerinin temelinde, maddeci hayat anlayışı, maddeci ilim anlayışı ve tüm evrenin Allah’tan bağımsız olarak anlamlandırmaya çalışan eğitim-öğretim sistemi yatmaktadır. Bu sistem içerisinde yetişen bir gençlik; vahiyle aklın, ilmin ve hayatın bağlantısını koparmış ve hayatı nefsi emmarenin seviyesinde algılamıştır.
Gençlerimizin batılı hayat tarzına özenmeleri, teknolojinin getirdiği yeni davranış tarzlarıyla, sahte zevklere ve değerlere bağlanmalarının temelinde de, hayatı vahye göre anlamlandıramamaları gerçeği yatmaktadır.
Bugün gençlerimiz ve tüm insanımız için en önemli birinci husus; Hayatı yeniden vahiy temelli anlamlandırma ve okuma bilincini inşa etmemizdir. İslam ilim geleneğinde ilmin sebepleri olarak üç şey gösterilir:
1) Akıl
2) Duyu organları
3) Haber-i Sadık ( Vahiy, Kitap, Sünnet)
Bugünkü eğitim sisteminde haber-i sadık, ilme ulaştıran bir vasıta kabul edilmeksizin vahyden bağımsız, akıl ve duyu organlarına indirgenmiş bir bilgi dünyasının içerisindeyiz. Tüm sosyal bilimleri ve ve fenni bilgileri vahiy temelli olarak okuyabileceğimiz kendi medeniyetimize bağlı ilim anlayışını temel alarak eğitim sistemimizi yapılandırmalıyız. Tevhide dayalı bir bakışla evrene baktığımızda tüm evren, Allah’ın Tekvini bilen ayetidir. Kuran ayetleri ise; Tenzili ayetlerdir. Ve insandan her iki ayeti de okuması istenmektedir. Bir Müslüman için evrendeki ayetle, Kur’an ayetleri arasında bir çelişkinin olabilmesi mümkün değildir.
Kur’an, kainat ve insan arasında bir zıtlık olmaz. Modern batı cahiliyesi bunların arasını bölerek, çağdaş şirk anlayışını küresel ölçekte tüm insanlığa dayatmıştır. Çağdaş şirk cahiliyesinin küresel ölçekteki bu zulmüne karşı duracak ümmetin gençlerinin yetişmesi için, eğitimin TEVHİD akidesi temeline dayanması gerekmektedir. Her Müslüman kadın ve erkeğe farzı ayn olanda budur.
Yetiştirilmek istenen gençliğimize sağlam bir hayat görüşü vermeliyiz. Aklın ve kalbin aynı yönde işlemesi gerekir. Akıl ve kalbi birbirinden koparan bir eğitim sistemi, sadece buhran ve sıkıntıların kaynağı olacaktır. Kitap ve Sünnet temelli kendi kültürümüzü oluşturamadığımız müddetçe, başka kültürlerin etkisi altında kalacağımız muhakkaktır.
Unutmayalım ki; medeniyet değiştirmek ile din değiştirmek aynı şeydir. Batı medeniyetine ve onun ürettiği değer yargılarına bağlı kalarak Müslümanca bir hayatın devamı mümkün değildir!
Hz. Peygamber (S.A.V) Medine’ye hicret ettiğinde Yesrib olan şehrin adını Medine olarak değiştirmiştir. Medine din kökünden gelen bir kelime olup, Allah’ın tek dini olan İslam’ın hayatın tüm alanlarına hakim olarak yaşandığı siyasal, sosyal yapının adıdır. Hz. Peygamber (S:A.V.)’in Medine’de yaşadığı hayatın yeniden inşası için Medine’yi kuracak olan gençliğin akıl ve kalbinin vahye göre inşa edilmesi gerekir. İslam’ın tarihi yürüyüşündeki Mekke dönemi, Müslüman ferdin inşasının dönemidir. Mekki ayet ve surelerinin temel hedefi ise; akide ve bu akideye ahlaktır. Bugünde sorunlarımızın çözümüne, akide ve ahlak temelli olduğunu dikkate alarak başlamalıyız.
Akide-ahlak –şeriat, birbirinden ayrılması mümkün olmayan konulardır. Akidemizin kaynağı bir Allah anlayışı (Tevhid) de olduğu gibi, ahlak ve şeriatımızın kaynağı da aynıdır. Akidemizi nereden alıyorsak, ahlak ve şeriatımızı da aynı kaynaktan alırız.
Bugün gençlerin içinde bulunduğu, ümmetimizin ahlaki yozlaşmasının ve şeriatsız bir dindarlık anlayışının kaynağı; akidedeki sapmalardır.
“Ey iman edenler! Allah ve Resulü’ne iman edin.” ayeti, “LAİLAHEİLLALLAH kelime-i tevhidiyle imanınızı yenileyin” hadisiyle, yeniden imanımızı yenileyerek bir tecdid (yenilenmek) hareketinin içinde olmamız gerekir..